Apartman Sohbetleri #9 ''Solucan''

Aynı gün içinde ikinci yazı mı o?
Dur bakayım... Hakikaten de öyle!
Hem havamdayım, hem de bir önceki yazımda da dediğim gibi en küçük anları bile değerlendiriyorum. Şu an Moda'da Page Cafe'de pek sevgili Mutlu Keçi'yi beklerken bu yazıyı yazıyorum. Bugünün ilk yazısında bahsettiğim normalleşme çabamın bir gerekliliği olarak kendisiyle cuma iş çıkışı buluşması yapacağız. Allahım çok heyecanlıyım! Umarım normal bir insan gibi davranabilirim.


Bu kadar gevezelik yeter. Meydan okumanın dokuzuncu sorusu ile istikamet dosdoğru çocukluğumuz!


Çocukken en çok korktuğun şey neydi?

Şimdi daha önceki ''İngilizcecilik'' yazımdan hatırlayacağınız üzere ben sizin bildiğiniz çocuklardan değildim. Hal böyle olunca ben yine sizin bildiğiniz çocuklar gibi doktordan, iğneden, serumdan falan korkmuyordum. Çünkü benim çocukluğum zaten hastanelerde geçti. Korkmanın aksine bu benim için normal ve hatta keyifli bir durumdu. Hastanelerde de sıkça yattım. Detaylarına girmeyeceğim ama uzunca bir dönemdi bu.
Benim için hastanelerde olmak o kadar normaldi ki, anneme ''Anne, bayadır doktora gitmiyoruz. Gidelim mi?'' diye sorduğum evde hala anlatılır durur. Aydın'da büyük bir araştırma hastanesi vardı. En çok da orada kalmıştım. Çimlerde annemle oturduğum bir anı var gözümün önünde. Bir de ''Arı Maya'' kitabı. O hastane, o hastalıklarla geçen dönem bana Arı Maya' yı hatırlatıyor çünkü orada kaldığım sürede hep o kitabı okumuştum. Hediye mi edilmişti hatırlamıyorum. Ama benim zihnimde o dönemle ve o mekanla özdeşleştiği için Arı Maya'nın bende bıraktığı etki de sizin bildiğiniz çocuklardakinden daha farklı.

Her neyse, çok dağıttım.
Cevap veriyorum.

Çocukken en çok korktuğum şey; solucandı.Bu korku başıma çıktığında çok da küçük değildim ama ciddi anlamda korkuyordum. Bu kımıl kımıl, şeffafımsı, gözsüz, kafasız, yani tamamiyle samimiyetsiz arkadaşlardan halamların evinin bahçesinde çok fazla vardı. Of, hem de o kadar fazla ki! Toprağı azıcık eşelesen solucan çıkıyordu. Tam kafayı yemelik bir durum. Bir adımımı atamıyordum o bahçeye işte ben de korkudan. Bunu gören büyükler durur mu? Gerek kafasını çıkaran solucanı yakalayıp bana doğru tutarak  'üzerine atarım bak heh heh' şakaları, gerekse 'bak bak arkanda heh heh ' diye lüzumsuz davranışlarla eğlenir, benim korkumun daha da katlanmasına pek bir yardımcı olurlardı. Burnu kapalı terlikleri giyerken içimde hep bir şüphe oluyordu, ''Ya içine solucan girdiyse?''. Üf ürperdim!
Bıçak korkumu bilmeyen kalmadı bence. Blogda en az iki yazıda bu konudan bahsetmiştim. Daha fazla bahsini açmak istemiyorum. İçim bir hoş oluyor...

Öyle işte.
Herşeyin başı çocukluk. Hızlı geçiyor. Ve hep özlüyoruz onu.


Sevgiler,
İlham Kedisi

Not✨ Bu yazının son düzenlemelerini şu anda Kadıköy-Taksim dolmuşunda ev yolunu tutmuşken yapıyorum. Ben bu hayatı sevdim sevgili blog!

Yorumlar

  1. Bizim zamanımız da neydi bu yetişkinler Allah aşkına. Korkuların üzerine gidilir sanki bundan keyif alınırdı. Nasılda nefret ederdim. Birden hatıralarım canlandı :-)) ben yazılarıma hastalıklar nedeni ile biraz ara verdim ama bunu okuyunca yorum yazmadan geçemedim. Çocukluğum geri geldi akşama devam edeceğim yazılarıma inşallah :-) sevgiyle korkusuzca kal :-))

    YanıtlaSil
  2. benim de yerde sürünen kalın derisi olanlara(yılan, timsah) fobim var. ama çocuk kitapları aldıkça onları sevmeye başladım. çünkü çok sevimli gösteriyorlar... karakterleri oluyor :)

    "anne doktora gidelim mi"...buna koptum!

    YanıtlaSil
  3. Blogunuzu izlemeye aldım sizide bloguma beklerim :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar